17 Ocak 2014 Cuma

Aniden gelen yaşama sevinci- yaşamımızdaki ender aydınlanma anları

Erkek arkadaşım okumam için Micheal Ende’nin Momo adlı çocuk kitabını verdi bu yaz bana. Kitap, hayatı meditatif bir ruh halinde yaşayan küçük bir kızın ve genel olarak bir kasabanın yaşamının, birdenbire duman adamların gelişiyle alt üst olmasını anlatıyordu. Duman adamlar, gri takım elbise giyiyor, her daim sigara içiyorlardı ve kasaba halkını "zaman tasarrufu" yapmaya ikna etmekle görevliydiler. Ancak Momo bu zaman tasarrufunun aslında zaman hırsızlığı olduğunu anlayacak ve kasabayı kurtarmaya girişecekti. Kitap adeta bizi anlatıyordu, beraber olduğumuzda onun varlığını hissediyordum, meditatif bir ruh haline bürünüyordum. Nefesimi fark etmeden karnımdan alıyordum. Günlük sorunlarımın ötesinde, güzel bir yaşamın hissi doğuyordu içime. Ama en büyük düşman çalışma yaşamı ve stres ve sürekli bir şeyleri kaçırıyor olma hissi her şeyi bozuyordu. Tıpkı zihinden yer çalan arsız duman adamlar gibi…

Meditatif ruh hali nedir? Meditatif ruh hali genel olarak geçmişi, geleceği düşünmediğimiz, genelde kafa yorduğumuz şeylerin bize anlamsız geldiği, zamanın akışını adeta hissettiğimiz ve küçük Momo gibi saat çiçeklerinin açıp soluşunu izlerken “İnsanların zamanının bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum!” diye haykırdığımız zamanlardır. Proust’un madlen yemesi gibi bu hissi takip ederiz, yakalamaya çalışırız. Bazen his bizden bir orgazm anındaki gibi kaçar, çünkü o nazlı ve geçicidir. Bazen de bir orgazm gibi aniden ve beklenmedik anda gelir, orda kalır, her şeyi unuturuz ve şunu sorarız kendimize:

Bu kadar kolay mıydı?

Ve düşünürüz, hayatta böyle şeyler de varsa ben neden mutsuzum?

Büyük bir tatmin ve huzurla ve elbette bu küçük meditatif anın tatlı anısıyla günümüzün geri kalanı geçer gider.

Bunu şöyle açıklayayım. Geçen gün bir meditasyon kursuna gittim. Meditasyon nasıl yapılır bilmediğimden hocanın dediklerini yaptım ve bekledim. Birden ellerim içten içe yanmaya başladı. Ellerimi hissediyordum ama nasıl desem, ellerimin içini hissediyordum. Hoca daha sonra eğer ellerim bir daha böyle yanarsa onları ağrıyan bir yerime koymamı öğütledi.

Yine başka bir zaman bir tane konsere gitmiştim. Foltz diye bir adam klarnet çalıyordu ve de yanında bir başkası darbuka çalıyordu. Bu ikisi öyle uyumlu bir melodi yakalamıştı ki ilk defa herhangi bir müzik sayesinde nefesim kesildi. Melodideki inişler, aksak ritimler bende kaydıraktan düşüyor etkisi yaratıyor, çıkışlar zirveye çıkmanın sabırsız tedirginliğini tetikliyor, bunların birleşimi ise adeta fiziksel bir zevk veriyordu.

Yukarda değindiğim gibi, birçok kişinin de deneyimlerine dayanarak söylediği üzere, hem içsel aydınlanmada, hem bir müzik eserini meditatif dinlemede, hem de insan orgazmında basit bir kural var: birincisi, aynı şeyleri yaparak onlara ulaşabilirsin. Yani meditasyonda da, bir müzik eserini zevk alarak hakkıyla dinlemede de, mastürbasyon yahut cinsel münasebet sırasında orgazma ulaşmada da bazı öğrenilmiş küçük davranışlar vardır ki bizi o istenen ruh haline taşıyabilirler. (Diyaframdan nefes almak, müziğe yoğunlaşmak, bazı dokunuşlar vb…) Ama bu davranışların hiçbiri yüzde yüz istenilen sonucu vaat etmez. Ve hemen hemen her zaman, istenilen sonuca varma beklenmedik bir şekilde ve aniden gerçekleşir ve şaşkınlıkla gözlerimizi yaşartır.

Bu bağlamda son yaşadığım “aniden gelen yaşama sevinci” meditatif deneyiminden bahsetmeme izin verin. Şu aralar fiziksel olarak kendimi çok kötü hissediyorum bu da ruhsal sağlığımı elbette olumsuz yönde etkiliyor. Genel olarak sürekli yakınan, başkalarından kendine dönük bir şekilde sevgi ve ilgi bekleyen bir insanımdır ama bu kötü özeliklerim şu günlerde özellikle baskınlaşmıştı. Bu yüzden dedim ki önce fiziksel olarak kendimi iyi hissetmem gerekiyor. Bu yüzden de Tibet Egzersizleri diye bir şeye başladım. Bir gün egzersizleri tamamlamış, AB Parlamentosuna okulca yapacağımız ziyaretten önce biraz gitar çalayım demiştim. Birden kulaklarım uğuldamaya başladı, gitarı bıraktım. Arkama yaslandım, bağdaş kurma ihtiyacı duydum. Ve de aniden gelen o yaşama sevinciyle odamın beyaz duvarlarına vuran gün ışığının, dünyanın arkaplan seslerinin, şakıyan kuşların, zamanın geçiş sesinin, odadaki geçmişimin, geleceğimin, bütün çağrışım ve kokuların, Madlen peşindeki yolculuklar misali, hepsinin farkına vardım. Bu, eskiden başıma çok sık gelen bir şeydi. 15- 16- 17 yaşında dahi neredeyse her istediğim an aniden gelen yaşama sevincini, zamanın akışını duyumsayabilmekteydim. Ama son yıllarda ve herhalde yaşlandığımdan, kafamda iki şey kalmıştı: geçmiş ve gelecek.

Geçmiş yani geçen yılların bilançosu, şimdi hiçbir anlamı olmayan acılar, üzüntüler, aşklar, çabalar. Rüyalarımda yaşlanma korkusu görüyordum, başarısızdım, başaramamıştım, o büyük şeyi olamamıştım. Gelecek, yani yapılması gereken şeyler ve sonsuz sıkılmak, sonsuz zevksizlik, seçme zorunlulukları, yaşamıma verilen notlar.

Aniden gelen yaşama sevinci böyle bir paradigmayla ne kadar mutsuz olduğumu anlattı bana. Neden her şey bu kadar basitken hiçbir şeyin anlamı sandığım gibi değilken anlam dünyam böyle bozulmuş ve çarpıktı? Kime ne ispatlayacaktım?

Eminim sevgili okuyucu, sizin de böyle meditatif aydınlanmalar yaşadığınız anlar olmuştur. Tek tavsiyem, o anların size anlattıklarına kulak verin.

4 Ocak 2014 Cumartesi

Burçlara göre ruh eşiniz rehberi

Merhaba sevgili okurlar,

Boş zamanlarımda çevre hakkının bir insan hakkı olarak ele alınışı ve AİHM'in bu hakkı diğer haklarla ilintilendirmesi, HES'lerin doğaya aşırı derecede zararlı olması ve Tomris Uyar'ın nasıl olup da onca kişiyi tavlaması dışında kafa yorduğum bir şey daha var, o da itiraf ediyorum ki şu: aşk, meşk ve bu bağlamda elbette burçlar.

Gece ödev yapmak zorunda kaldım sonra dedim ki şimdi uyuyayım yarın sabah erken kalkarım ama yılbaşından bu yana uyku düzenim bozulduğu için bu saatte özellikle hanımlara ve eşcinsel erkeklere yönelik bir burç rehberi hazırlamaya karar verdim.

Bu yazıda sizlerden gelebilecek "Hoşlandığım çocuk Koç burcuymuş, eyvahlar olsun, uzun süredir bunu anlamamıştım (yükseleni yengeçmiş)" gibi sorulara, burçlara olan derin ilgim ve bu güne kadar tanıştığım herkesin burcuna dikkat etmem sebebiyle elimden geldiğince yanıt aramaya çalışacağım. Burçlara olan ilgim bir ara öyle şiddetlendi ki, yazarları bile burçlarına göre ayırıp öyle okur olmuştum. Misal John Fante gibi bir insan nasıl Koç burcu olabilirdi, Amelie Nothomb Yay değil miydi, ben mi yanlış hatırlıyordum, nasıl Aslan burcu çıkardı. Ben Yengeç burcuyum, bu yüzden Kafka, St Exupery ve Orwell'e kendimi yakın hissetmem gerekiyor. Ama ne var ki bunların hiçbiri de beni açmaz. Beni kendi burcum konusunda yanıltmayan tek yazar vardır o da Marcel Proust'tur, hah pardon, bir de  Proust hakkında kitap yazmış olan popüler best seller yazarı Alain de Botton'dur. Bu iki tatlı yazar da benim burcumdandır bu yüzden onları okurken kendimi adeta evimde, sıcak yatağımda hissederim. (Elbette çevirilerini, orijinallerini okuyamıyorum.) Onlarla tanışsam beni seveceklerinden eminim ve zaman zaman keşke arkadaş olsak diye düşünürüm. Yaşasın hayatı hareketsiz ve her daim geriye dönüşlerle yaşamak! Cancer makes you cancer bunu hazmedemeyen çekip gitsin.

Evet, ne diyordum, az önce yatağımda uykusuzluktan ve huzursuzluktan kıvranıp dururken bu rehberi hazırlamak aklıma geldi. Ancak şu burç öyledir bu da böyledir demekten ziyade kendi deneyim ve gözlemlerime dayanarak bu rehberi hazırlayacağım. Yani rehberde bahsedilen insanlar gerçektir. Ama hepsi çok saygıdeğer kişiler oldukları için hiçbirini ifşa etmemeye özen gösterdim. (Öhö öhö. Tamam artık lafı çevirmeyeceğim. Nasıl bir gerizekalı uğraş içerisine girdiğim belli oldu. İyi de insanın aklına gece yarısı başka ne gelir Allah aşkına söyleyin. Ve de zaman zaman bu kişilerin isimlerini de bir kağıda liste şeklinde yazıyorum. Bunu yapmadığını söyleyen yalan söyler.)

LİSTE: BURÇLARINA GÖRE HOŞLANDIĞIM VEYAHUT ÇIKTIĞIM ÇOCUKLAR

Başak: Bu kişinin detaycılığı, olaylara eleştirel yaklaşması ve müşkülpesentliği konusundaki rivayetler doğrudur. Bu da ona feminen bir yan katar ki, bu bir kadın arkadaş için bulunmaz bir şeydir. Bu başak burcu çocuk, insanları incelemeyi, onlar hakkında yorumlar, neyse dürüst olalım, dedikodu yapmayı çok severdi. Onu gözümde vazgeçilmez kılan da bu ince genellemeleri, bu isabetli yorumları ve bu çenebazlığı olmuştu. Kısa süre içerisinde kendisiyle derin bir arkadaşlık kurdum. Bu kadar ince ve detaycı bir ruha eninde sonunda aşık olmak kaçınılmazdı. Ancak orada acılar başladı. Zira Başak burcu kadar acımasızca eleştireni görülmemiştir. Bu dönemde işime yarayan bir şey olduysa o da bu eleştirilerden çok etkilenip 10 kilo birden vermem oldu. Aşk duygusu geçip gidince bu kiloları geri aldım.

Yay: Akli dengesinden zaman zaman şüpheye düştüğüm bu iyi kalpli ve komik çocuğu tanımlayacak bir sembol bulmam istenirse o da "teke"dir. Gerçekten her anlamda inatçı bir tekeye benziyordu. Yay burcunun özelliklerini taşıyan, iyimser, muzip ve şen bir insandı, herhalde hala öyledir. Çok hareketliydi. İlgilendiği konular vardı, idealist bir kişiydi. Benden pek de elimde olmayan nedenlerle sıkıldı diye düşünüyorum, sanırım ben de ona karşı çok iyi niyetli ve dürüst davranmadım.

Akrep: Bu çocuk o kadar iyi bir insandı ki 2 ay sonra beni "Hayatımın bir parçası değil, bir eklentisi gibisin" diyerek terk ettiğinde dahi suçluluk duyup üzülmesin diye "Boşver, önemli değil." demiştim. Aslında birçok yönden benzeşiyorduk. Yemek yemeyi ve çocukları çok seviyor, o da boş vakitlerinde benim gibi Youtube'da komik videolar izliyordu. Sevgiye ihtiyacı olduğunu ifade eden, hassas bir çocuktu ve tüm Akrep burçları gibi son derece kıskanç ve alıngan bir kişiydi. Şu hayatta beni en çok etkileyen şeylerden biri de farkında olmadan gösterilen zayıflıklardır ve onun özensiz, demode giyim tarzı bile çok hoşuma gidiyordu. Sanırım beni biraz yanlış anladı çünkü çok yakışıklı olduğu için kendisini sadece fiziğinden dolayı beğendiğimi zannediyordu. Yine abartılı ilgimden ve Troçkistlerle takılmamdan hoşlanmamış olabilir. Kendisi o zamanlar feda kültürünü dahi savunan çok aşırı bir devrimciydi, hala öyle midir bilmiyorum, Allah yolunu açık etsin.

Boğa: İtiraf edeyim ki galiba bu çocuğun tek sevgilisi ben değildim. Aynı zamanda en sevdiği şarkı "Vamos a la Playa" olan materyalist, züppe, şekilci bir insandı. Aslını isterseniz bu iki durumun insanı rahatsız etmesi beklenir, değil mi? Garip bir şekilde hayır! Nasıl oluyordu bilmiyorum ama bana "ya aslında mesela azıcık makyaj yapabilirsin, topuklu ayakkabılar giyebilirsin" veya "Bu akşam çok popüler bir klaba gideceğiz" derken bile kendimi onun yanında çok rahat ve iyi hissediyordum. İçinde pek de kötülük olmayan, anlaşılır, güvenilir ve basit bir çocuktu, bencildi ancak kötü niyetli değildi. Bütün bunlar onun burcundan geliyordu sanıyorum. Burcuna has başka bir özelliği de fiziken ve karşı cinse yaklaşım tarzı olarak da bir boğayı andırmasıydı.

Koç: Adeta yanlışlıkla çıkmaya başladığım bu çocukla bir süre sonra birbirimizi aramayı dahi unutarak ayrıldık. Birbirimize "Merhaba ayrı dünyanın insanı, orada da herhalde hayat güzeldir, değil mi?" ruh haliyle ve sessiz bir saygıyla yaklaşmıştık. Genel olarak Koç burçlarında gözlemlediğim her şey bu çocukta da vardı: çok çeşitli ve neredeyse tutkuya dönüşmüş ilgi alanları, sessiz bir kendine güven, zayıflıkla vakit kaybetmeyi sevmeme, sabırsızlık. Hemen hemen bütün Koçlar kendilerine ilgilenecek bir konu seçer ve vakitlerini o konuyla doldurur. Biz ilgi alanları daha az konsantre olan, hafızası daha zayıf ve her şeyi kişiselleştiren burçlar bu başka bir şeye bu kadar yoğun vakfedilmiş ilgi karşısında kendimizi biraz cahil hissederiz. Örneğin Koç burcu arkadaşımız yeraltı edebiyatını seviyor olabilir, veya 70lerden kalan Rock gruplarını dinliyor olabilir. Benim gibi Koç ile uyumsuz bir burçtan iseniz en azından ayrılana kadar "Aa, bana da linkini yollasana" muhabbeti çevirebilirsiniz. (Biliyormuş gibi görünmeye çalışmayın, anlıyor.)

Yengeç: 15 yaşımda aşk hayatına kendi burcumdan biriyle çıkarak başladım. Müziğe yetenekliydi ve saksofon çalıyordu. Bu duygusal, romantik ve utangaç çocukla annesi izin vermediği için sadece Cuma akşamüstleri Alternatif Rak çalan kafelerde buluşuyorduk. Ben kendisinin adını yanlış öğrenmişim, doğrusunu ancak 3 ay sonra öğrenebildim. Epey kırılmıştı ve büyük bir badire atlattım. O da memleketi Fransa'ya dönerken bana haber vermeyi unuttu.

Kova: 1 buçuk yıla yakın süredir bu çocukla beraberim. Sonuç olarak biraz kafayı sıyırmış bir burç diye düşünüyorum. Boş zamanlarında geceleri bisiklete binmeyi, tek başına dağa çıkmayı, yerel siyasetle ilgilenip milletvekillerine mail atmayı ve Haiku şeklinde şiirler yazmayı seviyor. Bir benzetmeyle tanımlamak gerekirse "taşkın bir nehir" gibi. Her Kovanın kendi kendini depresyona soktuğu bir dönemi bulunur. Dışarıdan bakıldığında son derece neşeli olan bu burç, üzüntüsünü de aynı taşkınlıkta yaşıyor. Bu da sizi zaman zaman çaresiz bırakabilir. Ancak Kova'nın bir başka özelliği de bu sıkıntılı zamanları çabuk aşabilme kabiliyetidir. Kova kendi hayatına karıştırmayı sevmez ve sadece ama sadece bu yüzden annesini de sevmez. Bu benim gibi Yengeç burcuysanız size garip gelecektir çünkü siz taksicinin bile size karışmasını anlayışla karşılarsınız. Yengeç burcu kısıtlayıcı bir burç olsa da ben karşımdaki kişinin hayatına karışacak enerjiyi ve konsantrasyonu çoğu zaman bulamam. Bu yüzden Kova'nın meşhur bağımsızlık aşkı güzel dahi gelebilir.

Bu yazıyı yazarken şunu fark ettim, biz Yengeçlere geçmişin sisli perdesinin ardından acılarımız da dahil her şey güzel görünür. Eski sevgililer, acımasız ve zalim olanları bile, sadece bu güzel ve sisli geçmişin parçası oldukları için saygıdeğerdirler. Zira onlar belki de bize en güzel acıları çektirdiler ve o günleri şimdi saygıyla ve huşu içinde anıyoruz. Kovalar için geçmişimiz, yaptığımız saçma seçimler ve kişiliğimizin kötü yanları eleştirilebilir, eleştiriye kapalı olduğumuzdan bu bizi çok gücendirmektedir.

Kova her şeyi doğru ve yanlış olarak ikiye ayırır, böyle şeyleri sevmeyen biri iseniz buna kızarsınız. Aynı zamanda Kova geleceğin burcudur. Plan yapmayı sevmeyen bir insansanız özellikle dünyayı değiştirmek değil sadece anlamak ve hissetmek istiyorsanız bu çaba size anlamsız gelir. Kayıp Zamanın izinde serisinin baş karakterinin, arkadaşı Robert de Saint- Loup için söylediği şeyi hatırlayın: insan neden olağanüstü geçmişi bırakıp Proudhon Mroudon gibi şeyler okur değil mi?

Aşk hayatının içine dahi idealizminden esintiler sokan Kova için aşkın geçmişle bir ilgisi yoktur, aşk, ulaşılması gereken bir gelecek idealidir, bu gelecek de antikapitalist, yeşil ve her tür iktidar ilişkisinden arındırılmış olmalıdır. Sizde o potansiyeli eskaza görmüşse yandınız çünkü aşk sizin için "Sen bana geçen gün onu neden öyle dedin" gibi bir şey ama onun için köyde kendi inşa ettiğiniz evde çocuğunuzu Marksist öğretilerle evde okutmak. Bu bağlamda geçen yazıda da anlattığım gibi Kova sizin hakkınızda yanılıyor mu, yanılmıyor mu bunu merak ediyor olabilirsiniz. Bunu henüz ben de bilmiyorum. Bekleyip göreceğiz.

Not:

2009 senesinde burçlarla ilgili bir şarkı yazmıştım, şu linke tıklayıp dinleyebilirsiniz:

http://www.dailymotion.com/video/xvpw3w_zodyagin-burclari-sarkisi_music 

3 Ocak 2014 Cuma

Yeni bir şarkı- chouettes vacances pourries

Bu şarkıyı hafta sonu bir arkadaşımı ziyaret ettikten sonra yazdım. Şarkı kız arkadaşı ile olan ilişkileri hakkında. Ancak elbette şarkının şarkı olması için, aslında son derece normal olan ikisini de, aralarındaki aşkı da biraz karikatürize ettim.

Sözleri:

C'est les vacances et j'ai pas pu rentrer chez moi
Comme j'avais pas encore les papiers et j'étais irreguilere
Et t'as vu les prix des billets?!

Par contre j'ai reçu une invitation à Paris
D'un ami qui vit la bas avec une fille
Il m'a dit chérie, tu vas bien l'aimer
Car elle rassemble un peu a toi
Elle est toujours enervée
Et elle sait jamais faire des choix

Et leur voisine poussait des cris pendant la nuit, ah
Et les oiseaux chantaient sur les toits
Et il dit qu'il est amoureux
Mais ils sont tellement nevrotiques

Leurs bagarres, c'est devenu systematique
Mais curieusement ils se quittent pas
Il me dit: "elle se croit un canard
Mais le probleme c'est que j'ai besoin de son foie gras.
Pour Noel."

Çevirmeye çalışırsam:

Tatil geldi ama evime dönemedim
Belgelerim yoktu, kayıtsızdım, ve de bilet fiyatlarını gördün mü hiç?
Ama Paris'ten bir davet aldım 
Orda bir kızla yaşayan bir arkadaşımdan
Bana dedi ki şekerim onu çok seveceksin 
Çünkü biraz sana benziyor
Sürekli sinirli 
Ve de hiç karar veremiyor
Ve komşuları bütün gece çığlıklar attı, ah 
Ve de kuşlar çatıların üzerinde şarkı söyledi
Ve arkadaşım dedi ki aşıklarmış
Ama öyle nevrotikler ki 
Kavgaları artık sistematik olmuş
Ama garip bir şekilde ayrılmıyorlar da
Arkadaşım dedi ki sevgilim kendini kaz sanıyor
Ama sorun şu ki bana da kaz ciğeri gerek Noel için

Sondaki espriyi Annie Hall'dan çaldım. Ama konu Noel tatili olduğu için yumurta yerine kaz ciğer dedim.

2 Ocak 2014 Perşembe

Aşkın önlenmesi amacıyla 3. gözümüzü nasıl açarız

"Aşkı yenmek için üçüncü gözü açmak, sübjektif anlamlardan kurtulma sürecidir. Aşk anlamlar yığınıdır, bu yığını dağıtmak ise elimizdedir."


Gitgide yaşlanmama rağmen, geçim sıkıntıları, dünyanın bin bir türlü hali, Lahey'deki mahkemenin işe yaramaması, hükümetin yaptığı yolsuzluklar vb vb dışında halen kafa yorduğum bir şey daha var ki itiraf ediyorum o da şu: aşk, meşk, kimi seviyoruz, kimi sevmiyoruz, neden seviyoruz, neyi seviyoruz, sevmenin önüne nasıl geçebiliriz?

Ben gençken babam her zaman derdi ki "Aşk büyük bir vakit kaybıdır ve bunu yaşlanınca anlayacaksın." Yaşlanırken anlıyorum ki aşk gerçekten büyük bir vakit kaybı ve gerek beden, gerekse ruh sağlığımızı korumak için aşkı önleme yolları geliştirmeli. Elbette babam bu lafını ederken mutlu aşkları konu dışı bırakmıştı. Mutlu aşklar gerçekten de ruh sağlığını tehdit etmez ve hepsinin değilse de genelinin bedensel yönü de bulunduğu için Reich'in bahsettiği işlevi layıkıyla yerine getirir ve bizi zinde tutar, hayata devam etmemiz için gerekli motivasyonu sağlar. Ancak elbette babam huy bakımından bana benzediği için, mutlu aşktan bahsetmiyordu.

Neyi seviyoruz? Nasıl önüne geçebiliriz? Yıllarca derin, anlayışlı, duygulu görünümlerin türlü tuzaklarına düşüp o tuzaklarda geceleri rakı içerek acılar çektikten sonra bunu bir düşünmeye karar verdim. Neden herkesin her şeyi değil de sadece bazı kişilerin bazı şeyleri?

Burada tekrar mutlu aşkları konu dışı bıraktığımı söyleyeyim. Bahsettiğim kötü insanların şeytani ağını üzerinize attığı acı çektiren aşklardır. Karşılıksız duyguların, illüzyonların, kendimize olan saygımızın azalmasının önüne nasıl geçeriz?

İllüzyon lafını iyi dedim, çünkü mutsuz aşkı başlatan ilk şey illüzyondur. Genelde bize hitap eden bir bütünü değil de, kayıtsız bir bütünde bize hitap eden küçük şeyleri severiz. Bunu yaparken burçlardan, günlük fallardan, işaretlerden olabildiğince yararlanırız. Psikolojik koşullarımız da elverişliyse hastalıklı aşk burada büyür, yayılır. Buna dair birkaç kural koymak gerekirse:

Bize karşı kayıtsız bir insan
O insanın bize verdiği önemsiz bir sinyal
O sinyale yüklediğimiz olağanüstü anlam
Söz konusu insanın bu anlamı kazanıp olmadığı bir şeye dönüşmesi (illüzyon)

Örnek vermem gerekirse, bir arkadaşım kendisine karşı kayıtsız bir çocuk bir gün gelip kendisine "Şu merdivenler de ne kadar çirkin" dedi diye çok etkilenmişti. Oysaki herkes merdivenleri çirkin bulabilir, bu onu özel bir insan yapmıyor. Sonra bu arkadaşım bana dedi ki:

"Yaşlanan öğrenci, aptal aptaldır. Leonard Cohen de dinlese, boş zamanlarında papatya da toplasa bunlar önemsiz ayrıntılar. Sonuç olarak yine de aptal aptaldır!!"

Arkadaşım bunları merdiveni çirkin bulandan önceki sevgilisi için söylemişti. Ancak eski deneyimi işe yaramamış, hala küçük detaylara büyük anlamlar yükleyip duruyordu.

İşte, şeytani aşkın gelişini önceki deneyimlerimizden hissederiz ama her seferinde "Ya bu sefer olursa?" diye düşünmekten kendimizi alamayız.

Bir başka arkadaşım hoşlandığı erkeğin kadın sünneti için "insanlık dışı bir gelenek" demesinden çok etkilenmişti. Çocuk o kadar duyarsız görünümlü, kendisine karşı da o kadar kayıtsızdı ki kadın sünnetini insanlık dışı bulması gibi aksini yapmanın mümkün olmadığı, banal bir şey onu kendinden geçiriyordu.

Aynı şekilde bize karşı kayıtsız olan kişinin duygulu, kırılgan, üzgünleşen tarafları da bizi deli eder. Yıllar önce gençlik kampında bir çocukla tanıştım. Çocuk bir kızdan hoşlanıyordu. Kızın yaptığı yemek kampta beğenilmemişti, kız ise buna biraz üzülmüştü. Çocuk bana, bu olaydan sonra kıza aşık olduğunu söyledi. Sebebini sorduğumda bana dediği şey şuydu: "Onun kadar güçlü bir kadının kırılgan taraflarını görmek heyecan verici." Yaptığı pilav beğenilmedi diye üzülmek kırılganlıksa ben de Nelson Mandela'yım sevgili okur!!! Yine başka bir arkadaşım, eğlenceli ama iş gönül işlerine gelince neredeyse apatik görünümlü hoşlandığı erkek ona "Kadınlar beni çok üzdü" diyince heyecanlandığını anlatmıştı...

-Kadın sünnetini insanlık dışı buluyorum.
-Ah! Evet! Ne kadar duyarlısın! Başka??
-Pilavımı beğenmediler.
-Ah senin o kırılgan yanını... Başka?
-Kadınlar beni çok üzdü.
-Ah! Canım! Ne kadar tatlısın! Başka?

Gördüğünüz üzere, bu insanların aşık olmaya değer yönleri var mı yok mu belli değil, ama bazı şeyleri abartıyoruz, orası kesin. Peki, soru şu: neden böyle yapıyoruz?

ÇÜNKÜ CANIMIZ BÖYLE İSTİYOR.

Neden aşık oluyoruz sorusunun cevabı da bu sevgili okur: çünkü canımız aşık olmak istiyor. Aksi takdirde bu kadar tırıçkadan işaretlere böyle büyük anlamlar, nitelikler yüklemezdik. Bu sadece keyfidir. Keyfidir ve bir zorunluluk değil, bir seçimdir. Şimdi diyeceksiniz ki hayır, katiyen. Ben de size diyeceğim ki siz kafanızda bunu belirlememiş olabilirsiniz, ama bunu istemiyor olmanıza imkan yok. Siz kabul etmeseniz de o gün okuduğunuz "Romantik sürprizlere açık olun" konulu günlük burç falınıza inandınız, yanınıza oturan ilk kişiye baktınız ve "Bahsedilen sürpriz bu olmalı..." dediniz. Öyle ya da böyle, siz bunu istediniz. Kimse size bir şey yapmadı. Zorla ağına düşürmedi. Siz cezbedilmeyi, acı çektirilmeyi, umut verilmeyi istediniz, buna hazırdınız, buna açtınız.

Bu türden isteklerin hiç doğmamasını istiyorsanız gidin tedavi olun ama ben bu işin uzmanı olmadığım için sadece önleyici davranışsal metotlardan bahsedeceğim. Bu metotları deneye yanıla kendim buldum.

Üçüncü gözü açma prosesüsü

1. Yarattığınız illüzyon onu yansıtıyor mu testi:

İllüzyonun aurası ne renk? Gerçeğininki ne renk?

Renklerden bahsetmişken genel havası ne demek istiyorum.

Sizin kafanızda akrep burcu, Leonard Cohen dinleyen, Carson Mccullers okuru bir erkek var. Bu tablonun gerisi belirsizliklerle dolu, sisli, bulutlu bir havada. İllüzyonun aurası kül rengi, esmer, şarkıcı Teoman kadar hoş ve bir şeyler vaat ediyor. Ancak gerçeğini tanımıyorsunuz. Tanıdıkça öğreniyorsunuz ki Aslan burcu bir rekabet düşkünüymüş aslında. En yakın arkadaşıyla en önemli muhabbeti diziymiş. Carson Mccullers'ı hiç okumamış. Vücudu da yakından bakarsan hiç güzel değilmiş. Bacakları kısa ve kalın.

2. Çıksanız güzel vakit geçirir misiniz testi:

Kafanızda güzel bir sabah var, uyanmışsınız, onun yanında yatıyorsunuz. Az sonra o da uyanıyor, kahve yapıyorsunuz, film izliyorsunuz, muhteşem şeyler oluyor. Dışarda yağmur çiseliyor, gülümsemeler hiç bitmiyor, o resmin içine girmek için neler vermezdiniz! Şimdi bu tabloyu gerçekçi bir hale sokun. Youtube'dan size Harlem Shake videoları izletsin veya Yüzüklerin Efendisi Trailerı, yani bunlar benim ilgilenmediğim şeyler, siz, size seksi gelmeyen ne varsa onu koymakta serbetsiniz.

3. Sizi beğeniyor mu testi:

İlk iki teste ağırlık vermenizi öncelikle tavsiye ederim çünkü onları yapmadan buna geçerseniz kafanızı sizi beğenmemesine takarsınız ve aşkınız daha da artar. Onu gözlemleyin. Ama ah ne kadar tatlı ne de güzel gülüyor diye değil. Gerçekten gözlemleyin. Çünkü şu an siz körsünüz. Aşk gözünüzü kör etti. Bu yüzden gerçekleri gören üçüncü gözünüzü açmaya çalışacağız. Onu görmeye çalışın, içini görmeye çalışın. Sevdiği şeyleri, arkadaşlarını, çocukluğunu, ne istediğini, ne istemediğini. Bu isteklerin içinde siz var mısınız? Dürüst olun. Yok musunuz? Hahaha. Neden hiç şaşırmadım acaba? :D

Beni sevmiyor, bunu nasıl hazmedebilirim?

Ben bu durumu "arkadaşım Cem yöntemi" ile aştım.

Cem, benim liseden bu yana yakın sayılabilecek bir arkadaşımdır. Ve kendisi şu hayatta benden romantik anlamda hoşlanabilecek son kişidir. Bu da hiç sorun değil zira ben de ondan hayatımın hiçbir döneminde hoşlanmadım. Cem yakışıklı, başarılı, iç dünyasında dengeli bir çocuk. Kendisi iyi de bir insan. Yanlış anlamayın, Cem çok değerli bir çocuktur ve çok severim. O da beni sever arkadaşı olarak. Ama bana aşık değildir. Peki, Cem'in romantik anlamda benden hoşlanmaması neyi değiştiriyor? Hiçbir şeyi. Beni daha az seksi biri yapıyor mu? Hayır. Daha az akıllı biri yapıyor mu? Hayır. Çünkü arkadaşlar, demek istediğim Cem'in benden hoşlanmamasının iyi veya kötü hiçbir anlamı olamaz. Aynı şekilde kazara hoşlandığım kişinin kayıtsızlığını da Cem'inki gibi düşünürsem, yani bu olaya yüklediğim anlamdan soyutlarsam, iç huzurumu bulabilirim. Onun benden hoşlanmaması beni nihayetinde en fazla Cem'inki kadar rahatsız eder.


[Özetle "arkadaşım Cem yöntemi":
-Beni sevmiyor :(
-Ne var ki bunda, arkadaşın Cem de seni sevmiyor.
-Hakikaten ha, demek ki herkes de beni sevmek zorunda değil :) ]

Biliyorum, bu yöntemde size bir şeyler ters geldi. "Arkadaşım Cem" size aşık değil kabul, ama zaten siz de ona değilsiniz! Yani, bütün güzel özelliklerine, zekasına ve yakışıklılığına rağmen Cem o kadar tarzınızın dışındaydı ki onu seçmediniz, onunla bir gelecek düşlemediniz, hayaller kurmadınız. Ama öbürü için aynı şey söz konusu değil. Öbürünü kendinize uygun buldunuz. Onu romantik anlamda beğendiniz, onu seçtiniz, birtakım hayaller kurdunuz. Peki, ya yanıldıysanız? Sadece yanıldıysanız? Çünkü herkes yanılabilir.

Bu yazının konusu da yanılmak zaten. Anlamlar konusunda yanılmak, sadece yanılmak. Onca güçlükle inşa ettiğimiz aşkı yıkmak, ateşi söndürmek, iliştirilen anlamları geri sökmek kolay değil biliyorum. AMA BAŞARABİLİRSİNİZ.

Kısacası sevgili arkadaşlar, aşkı yenmek için üçüncü gözü açmak, sübjektif anlamlardan soyutlanma sürecidir. Aşk anlamlar yığınıdır, bu yığını dağıtmak ise elimizdedir. Ancak bunu isteyip istemediğine karar vermek zor bir süreçtir ve insanlar genellikle anlamlardan kurtulmayı istemez...