8 Haziran 2014 Pazar

Dilekçe veya tez yazmak neden bu kadar zor?

Yazı yazmayı onca seven ben, konu dilekçe veya tez yazmaya gelince psikolojik bir çöküş yaşıyorum her zaman. Karşı tarafın dilekçesini okurken içim içimi yiyor, hele de davayı benimsemişsem! İstediğim, savunduğum bir konuda tez yazıyorsam işin argümantatif kısımlarına gelince kafam karışıyor, fikirler, savlar flu bir duman içinde kaybolup gidiyor, sanki beynim panik atak geçiriyor. Tartışmak istemiyorum.
Kendimi anlatmayı ancak beni seven, yumuşak bakan, kucak dolusu sevgiyle sarmalayan bir çift gözün karşısında yapabiliyorum. İspat zorunluluğu, not verilmek, belli sayıda sayfada fikrimi ve kendimi ispatlamak, bunlar beni çok endişelendiriyor. Dostların yanında birbirimizi doğrulayarak kendimi anlatmak varken birtakım şekil kurallarına tabi bir şekilde okuyanın kafasına bir takım fikirleri sokmak? Aman kalsın.
Savunmadığım fikirler için iş daha basit çünkü o zaman yazdığım metinde benden eser yok, sadece teknik bir çalışma yürütmüş oluyorum, konu beni ne kadar heyecanlandırmazsa, müvekkile ve yazacağım şeye ne kadar inanmazsam o kadar iyi. O zaman rahatım. İçerik olarak hiç katılmadığım, ama hukuki olarak sağlam ve biçim olarak düzgün metinleri kolayca yazabiliyorum. Ama ne zaman ki benim için anlam ifade eden bir konuda yazı yazmam gerekiyor, o zaman karnıma ağrılar giriyor, huzursuz bağırsak sendromum başlıyor, tuvaletten çıkamaz hale geliyorum.
Çok güzel bir yazı yazmak istiyorum, çok derli toplu, çok keskin, çok haklı. Çünkü haklı olduğumu bilmek bana büyük bir heyecan veriyor. Ama karşımdaki kişi kötü niyetli olacakmış, hemen beni susturacakmış gibi geliyor. O yüzden hızlı hızlı anlatıyorum, iknaya çabalıyorum, ama keşke böyle bir durum hiç başıma gelmeseydi demekten de kendimi alamıyorum.
Tez yazmak değil şarkı yazmak istiyorum, kendimi ispat etmek değil sevdirmek istiyorum, ikna etmek değil tatlı tatlı sohbet etmek istiyorum, fikirlerimin gücüyle değil, varoluş şeklimle ve uslubumla büyülemeyi arzuluyorum.
Yaşamda severek, sarılarak, öpüşerek duygularını sezdirmek, kucaklamak, çocuklarla oynamak, uzlaşmak fikirleri hoşuma gidiyor, çatışmak, kesin yargılara varmak, ispatlamak, fikirleri sıraya sokmak ise tamam bir yere kadar zevkli, ama tam olarak bana göre değil, bu yüzden dilekçe yazmak yerine amaçsız yazılar, kurgusal metinler yazmak daha çok hoşuma giderdi.
Yazıyı sadece yazı için yazmak istiyorum, yazı bir şeyin aracı bile olacak olsa, gönüller arası köprülerin, tatlı belleğin, hazzın aracı olsun istiyorum, oysaki dilekçelerin dünyasında tenselliğe, duygusallığa  ve mizaha yer yok, bunların olmadığı bir zekayı küçümsemiyorum, aksine seviyorum, ondan sıkılmıyorum ama dediğim gibi bu alana her girdiğimde korkuyorum, kendime güvenemiyorum, mutsuz ve gergin oluyorum zaman zaman.
Rekabetsiz, sahne gibi bir dünya düşlüyorum, yarış kulvarı gibi değil ama tiyatro sahnesi gibi.

Bu yüzden avukatlık değil sanat yapmak isterdim.