31 Temmuz 2014 Perşembe

Ruby Sparks ve kötü kadın Müzeyyen

26 yaş bunalımları aynı zamanda kadınlık bunalımlarına dönüştü. Bu başkalarında da böyle midir yoksa, bir önceki yazımda dediğim gibi ben mi kendi dandik dertlerimi politize ediyorum, azıcık aklımla "özel olan politiktir" filan diyerek en olağan durumları dramatize ediyorum, bilemiyorum.

Geçenlerde bir arkadaşımla buluştum. Avukatlığı yeni bırakmış, şimdi yüksek lisans yapacak. O da benim gibi çeşitli zamanlarda çeşitli bürolardan atılmış, bana benzeyen bir kızcağız. Dedim ki: "Kadın olmanın kendisiyle ilgili sıkıntılar çekmeye başladın mı?" İç geçirerek: "evet" dedi. Sürekli etrafına bakarak kendine rol model gibi bir şey aramaktaymış. Ben de Google'a "evlenmek için doğru zaman nedir?" yazdığımı anlattım, gülüştük.

Ona sürekli kendimi garip bir biçimde çok suçlu hissettiğimi, geçmişte cinsel tacizlere ses çıkaramadığımı değişik suçlamalara ve sözlü tacizlere ses edemediğimi, artık kendime hiç saygı duymadığımı, Strazburg'daki odamın 13. katta olduğunu, zaman zaman aşağıya bakıp atlamayı düşlediğimi ama bunu sadece hava civa için düşündüğümü, aslında yaşamayı çok sevdiğimi, bunun geçici bir dönem olduğunu, inşallah atlatacağımı ama kendi içimdeki kendimi aşağılayan seksist laflarla savaşmanın biraz zor olduğunu anlattım. Acaba bunun adı şımarıklık mıydı?

Özel hayatımı burada anlatmam ayıp ve haksız olur ama sadece yazarak, anlatarak ve konuşarak rahat edebilen tiplerdenim. İnsanları özel olarak suçlamadan ve detayları vermeden, genel olarak hissettiğim şeyleri yazacağım. Şimdi biriyle çıkmaya başlarsınız, ne kadar şişman ve saçma salak bir insan olsanız da zaman zaman sizi sevenler olur. Bu kişiler bazen sizi kafalarında melek gibi, bebek gibi, hayatta sonsuz eşleri gibi görürler, sizi adeta kafalarında yaratırlar ve size aşık olurlar ve başlarda her şey çok güzeldir. Ama siz onu her an hayal kırıklığına uğratabilirsiniz ve o zaman bencil, suçlu ve kötü bir insansınız. Siz dünyanın en kötü suçunu işlediniz, bir erkeğin aşk konusunda HEVESİNİ KIRDINIZ. Bu durumda siz Ruby Sparks karakteriyle kötü kadın Müzeyyen arasında gider gelirsiniz, çünkü şu an feminizmin temel derdini açıklıyorum: KADIN İNSAN GİBİ GÖRÜLMÜYOR. :D (Bunları yazdıktan sonra erkek arkadaşım çok kırıldığını belirten bir mail atıp bana "of ne mıymıy insansın bu kadar söyleneceksen ne işin var benimle?" diyebilir ama inşallah demez).

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Aşk acılı bir yoldur

26 yaşındayım, şu ana kadar insanların duygularını anlamaya duyduğum merak, aşkta doğru veya yanlış inanışlarıma ve gurur duygularıma nazaran ağır bastığından, beni reddeden, terk eden veya aldatan bütün kişilerle sonradan hep arkadaş olmuşumdur. Beni 'üzen' bu kişilerle uzun uzun aşktan bahsetmek en büyük zevklerim arasında gelir. Duygularımızı bir kenara bırakıp hislerimizi entelektüelize, kalp kırıklıklarımızı biraz politize ettiğimiz gibi acı çeşitlerini de kategorize ederiz. Ne zaman farklı bir acı çekmeye başlarsam eski göz ağrılarımdan biri hemen "daha neler göreceksin neler" der. Duygularımızdan arınıp eşitlendiğimizde, özünde hiçbirimizin diğerinden üstü olmadığını anlarız. Çünkü hem 26 yaşında bir insan hakları öğrencisi hem de post modern teorilere gönül vermiş zamane insanı olarak şuna inanmam kaçınılmaz değil mi, önce bir oturup karşımızdakini dinlemeliyiz zira etrafımızda ne kadar çok insan varsa, dünyada o kadar çok renk vardır. (Çoğulculuk! Avrupa Konseyi! Farklılık! Şaka şaka.)  Neyse, farklı farklı kişilerle bu uzun konuşmalardan çıkardığım şey şu oldu: aşkta acı çeken veya çektiren iki taraf yoktur. Aşkta istisnasız HERKES acı çeker. Çünkü aşk, kendi başına çok üzücü, çok yıpratıcı, çok berbat bir şeydir, bunun istisnası yok gibi bir şeydir. Sadece farklı şekillerde acı çekeriz.

Büyük üstat Madonna'nın da dediği gibi: "Bana de ki, aşk gerçek değildir, sadece yaptığımız bir şeydir." Aşk gerçek olmasa da, acılar gerçektir. 13 yaşında kalbim felaket bir yangın yeri misali yanarken bir büyüğümün sözleri bana ışık tutmuştu: "Rüyanda yangın görürsün, korkuyla uyanırsın, alevler gerçek değildir ama korkun gerçektir." Bu sözler, duygularımı her zaman ciddiye almam için bana bir uyarı niteliğindeydi ve bu tarihten sonra gerçeklikle hiç uğraşmadım. Sadece duygularıma kulak astım ve hatta gerçeklikle uğraşmadığım gibi iyi veya kötüyle de hiç işim olmadı. Çünkü iyi veya kötü denen şeyin gerçek olmadığını biliyordum.

Daha önce dediğim gibi, aşk bir acı tarlası, bir işkence odasıdır ve bu acılardan kurtulmada tarafınızın bir önemi yoktur çünkü acılar çeşit çeşittir. Aşkta en az 100.000 çeşit acı vardır ve insan yaşamı ilerledikçe, kimi zaman bazı acıları kayırarak, ama çoğu zaman farklı farklı türleri deneyimleyerek bir sürü acı çeker. Beyinde acı ve zevk merkezlerinin yakın olduğunu söyleyen sado mazoşistleri haklı çıkarmak için midir bilinmez ama aşk çok berbattır ve Madonna'nın da dediği gibi "yine de bunu yaparız".

Ben de siz okurlarıma aşkta çektiğimiz acı çeşitlerinden bir seçki hazırladım:

1. Reddedilmek
2. Terk edilmek
3. Aldatılmak
4. Çok sevmek ama yine de tam sevememek
5. Vicdan azabı
6. Merhaba hüzün (Françoise Sagan'ın yetişkinliğe geçiş olarak tanımladığı kendini artık pek de sevememe, her şeyi berbat etme hali)
7. Kararsızlık
8. Gönülden bağlı olmak ama kafaca ayrı düşmek
9. Hiç sevmemek ama tutkuyla bağlı olmak
10. Pişmanlık

Hepsi insan için, hepsi bizim için. Şimdi bunları sırasıyla yaşamaya başlayın, sonra insanlardan nefret eden, sadece hayvan veya çocuk seven, kalp kırıklıklarını politize, hislerini entelektüelize, insanları ister istemez kategorize eden, geçmişe bakıp bakıp iç geçiren, buruk insanlar olun benim zavallı, sevgili okurlarım...