24 Şubat 2014 Pazartesi

BAZI İNSANLARIN SİZE KÖTÜ DAVRANMA SEBEBİNI AÇIKLIYORUM: ÇÜNKÜ ONLAR KÖTÜ İNSANLAR

(Aynı zamanda şerefsiz, namussuz ve reziller.)

Başlığa bakıp dalga geçtiğimi sandıysanız yanıldınız canımın içi okurlarım. Burada sizi üzenlerin, ahınızı alanların foyasını meydana çıkarmaya geldik. Şimdi, elbette siz de bir melek değilsiniz ve elbette herkes de sizi sevecek diye bir şey yok ama bazı insanların, daha doğrusu sevgisini kazanmak, onayını almak istediğiniz spesifik bir grup insanın size sistematik olarak kötü davranmasını anlamlandıramıyorsanız eğer, doğru yere geldiniz demektir.

 Bu kötü davranışlar genelde “objektivize edilir” (ne demekse). Yani karşınızdaki size der ki “Ben senin gibi insanlardan nefret ederim çünkü siz şöyle şöylesiniz.” İnternet trollerinde çokça karşılaştığımız, genelde kadınları hedef alan yaralayıcı söylemleri aklınıza getirin. Mesela karşınızdaki trol şişman ve çirkin kadınlardan nefret ediyordur. Dünyadaki bütün kadınların güzel olması gerektiğine inanıyordur. Kafasındaki bu ideal düzeni bozduğunuz içinse size kötü davranma hakkını kendinde bulur. Veya fikirlerini biraz ısrarla ve yüksek sesle dile getiren kadınların seks hayatında tatmin olmadığına inanıyordur. Tartışma sırasında ona göre fazla ses çıkardıysanız hemen size de histerik ve firijit demiştir. Veya ortaokuldasınız, şişman ve gözlüklüsünüz. Sınıfta bir kız var ve sürekli sizinle dalga geçiyor. Nedenini sorduğunuzda size diyor ki: “İnekleri hiç sevmiyorum, sen de ineksin, git öl.” (Ha, tamam o zaman, haklıymışsın cicim.)

Bu sözde mantık temeline oturtulmuş nefretin ne kadar anlamsız olduğunu anlamayacak kadar deneyimsiz bir kimseyseniz eninde sonunda suçu kendinizde ararsınız. Kötü niyetli eleştirileri çok ciddiye alır, bunlara üzülür, eleştiriyi yapan kişiye kendinizi affettirmeye, onun sevgisini, dostluğunu kazanmaya çalışırsınız. Siz bunun için çabaladıkça onlar elbette “ah canım, tamam, gel de seninle arkadaş olalım” demeyeceklerdir, aksine bu “zaafınızı” anlayacak ve daha çok üzerinize gelecekler. Oysaki burada yapmanız gereken Rebecca Black misali “HATERS GONNA HATE!” deyip geçmekti. (Türkçesi: Beni çekemeyen anten taksın).

Ben de zamanında “haters gonna hate” deyip geçmeliydim, ama sevilmeye, takdir edilmeye o kadar açtım ki, geçememiştim. Zira bir şeyi bilmekle bilgiyi içselleştirmek ayrı şeyler siz de takdir edersiniz. Şu yaşıma kadar objektif görünen nedenlerin, mantıklı görünen açıklamaların arkasına saklanmış gizli yıkıcı eleştirilere, zehirli saldırılara kalbimi bir yelkenli gibi açmış, geceler boyunca beni sevmeyenler ve hiçbir zaman sevemeyecekler uğruna ağlamıştım. Ben de sahipsiz bir kız olmadığım için, annem babam elbette “Kızım boş ver kendi kaybeder ay o sümüklünün dediğini ciddiye mi aldın?” demişlerdi, hem de kaç kez aynı şeyi söylemişlerdi, ama ben henüz bazı bilgileri içselleştiremediğim için zannediyordum ki o sümüklü objektif olarak ve son derece haklı, annemler de benim ne kadar haksız olduğumu biliyorlar da ben üzülmeyeyim diye öyle diyorlar.

25 yaşında, yabancı bir ülkede yüksek lisans öğrencisiyken başıma öyle bir şey geldi ki sonunda bu kötülüklerin benim kişiliğimle veya yaptıklarımla ilgisi olmadığını anlayabildim. İşin aslı, kötülüğü yapan kişi, bunu grotesk veya karikatüral bir duruma asla sokmamalıdır. Kötülüğünün görünürdeki açıklaması inandırıcı olmalıdır, bizi kendimizde bir kusur olduğuna inandırmalıdır, gerçi biz zaten buna inanmaya dünden meyilliyiz, ama sebepsiz kötülük, gerçekten sebepsiz göründüğünde, orda bir dururuz ve ihtiyacımız olan aydınlanma gerçekleşir. Bu bağlamda bu sene bana sebepsiz yere kötü davranan ve beceriksizliği sebebiyle bunda ölçüyü tam ayarlayamayan kişiye bir teşekkürü borç bilirim.

Bu senenin başında birinden hoşlanıyordum. Elbette bunu bastırmaya çalışıyordum çünkü sevgilim vardı. Derken çocuk bunu anladı ve yalnız kaldığımız bir anda benim ne kadar “socially awkward”, ne kadar tuhaf bir insan olduğumdan, kimsenin benimle arkadaş olmayacağından bahsetmeye başladı. Ben bu duruma isyan edince çocuk bana sarıldı ve beni odasına davet etti. Verdiğim sözsüz ve karışık mesajlar muhtemelen kafamın karışıklığından kaynaklanmıştı, bunun için çok üzgündüm elbette, ama sevgilimi seviyordum ve onu aldatmayı düşünmüyordum. O günden sonra çocuk bir daha benimle konuşmadı. Ezkaza konuştuysa ya bana gitar çalamadığımı söyledi, ya tuhaf bir insan olduğumu veya ben bir şey söylerken lafımın ortasında kafasını çeviriyordu. Onun yanındayken kendimi bir böcek gibi küçük ve savunmasız hissediyordum. Onun beğeneceği tarzda bir insan olmadığımı düşünerek hayıflanıyordum. Ona hep kibar, hep iyi davranmıştım, onu reddederken bile sebeplerini uzun uzun açıklamıştım, üstelik kendisinden hoşlandığımı, niyetimin onu üzmek, ezmek, yanıltmak, aldatmak olmadığını anlamış olması lazımdı, öyleyse suçum neydi de kendimi böyle kötü hissediyordum? Bu işkenceli durum (sevgilime olan bağlılığım ve devam eden ilişkimiz de göz önüne alındığında çoğu zaman önemsememeyi başarsam da) 3-4 ay sürdü diyebilirim.

Grotesk olarak tanımladığım olaya gelirsek. Sınav haftasıydı. Yüksek lisans sınıfımızda rekabet had safhadaydı. Çok stresli ve yorgundum. En önemli dersin sınavı berbat geçmişti. Bu sınavın çıkışında sınıftan birkaç kişi beraber içmeye gittik, bu çocuk da vardı. Yine insanların ortasında benimle alay etti, yine söylediklerim karşısında alaycı alaycı gözlerini devirdi. Gece sonunda aynı yöne gittiğimiz için mecburen beraber yürümeye başladık. Bana sınavımı sordu, ben de ne yazdıysam söyledim. Çocuk kahkahalarla gülmeye başladı. “İnşallah benim kâğıdımı seninkinden sonra okur, seviyeyi iyice düşürmüşsün, söyle bakayım söyle, başlığını tekrar söyle, sen bu yüksek lisansı kendi isteğinle seçtiğine emin misin?” minvalinden laflar. Zaten kendimi 25 milletten insanın arasındaki rekabette Erasmus öğrencisi gibi aptal ve kayıtsız hissediyordum, dedim ki “lütfen bu bahsi kapatalım.” O zaman da susuyordu, benimle konuşacak başka konusu yoktu sanki. “Sen ne yazdın?” dediğimde cevap vermiyordu. Şaka da yapmıyordu hani çünkü veda ederken yüzünde yine o iğrenç, küçümseyici gülümseme vardı.

Eve gelince o kadar çok ağladım ki göz pınarlarımda yaş kalmadı. Neden öylesine bir lafı bu kadar önemsediğimi ben de bilmiyordum. Sanırım esas sebep sınavlardan dolayı zaten stresli ve yorgun olmamdı. Üstelik, sanki, benimle dalga geçen sadece sınıf arkadaşım değil, onun şahsında toplanmış bütün kötü karakterlerdi. “Asla bu gece barda içki dağıtan güzel garson kız gibi dövmeli ve büyük memeli olamadın.” Diyordu bana bu ses. “Ama baksana iddia ettiğin gibi akıllı da olamıyorsun. Tek bildiğin şey boş boş duygularından konuşmak, ha bir de burçlardan.”

Yine de sınıf arkadaşıma bir Facebook mesajı attım. Bu yaptığın beni çok üzdü, neden böyle şeyler dedin, insanlara böyle şeyler denmeyeceğini bilmiyor musun, belki de iyi not alacağım nerden biliyorsun, yazdım. Ve şimdi size aydınlanmama sebep olan şeyi söylüyorum:

CEVAP VERMEDİ.

Bana biri böyle bir mesaj atsa ben cevap veririm abi. En iyi ihtimalle derim ki “yuh amma ciddiye almışsın kızım ben sana şaka yaptım.” Sen de böyle bir mesaja cevap verirsin okur. Buna cevap vermemek, kabalığın, kötülüğün grotesk halidir. Yalansa yalan de.

Ertesi gün arkadaşım Elsa’ya olayı anlattım. Dedi ki: “Oha, öküze bak.” “Bu arada Yaşlananöğrencicim, o çocuğun kadınlarla ilgili sorunları var. Bana da çok kaba davranıyor. Sanki erkeklere daha çok saygı duyuyor gibi. Ayrıca çok bencil ve duygusuz biri olduğu kanısındayım. Benden duymuş olma ama Julien da bunda hemfikir.” (Sonra Julien bana çocuğun etrafındaki bütün kadınlarla yatmak istediğini, neredeyse herkesle şansını denediğini söyledi, özel olmadığımı, yani çocuğun benden özel olarak hoşlanmadığını anlamak da aydınlanma sürecimde çok yardımcı oldu diyebilirim, çünkü sevgili okur, içten içe kötü bize özel olarak ilgi göstersin isteriz, oysa bize kötü davranan kişinin aslında bizimle kişisel hiçbir sorunu yoktur, bizden özel olarak nefret etmediği gibi bizden özel olarak hoşlanmıyordur da… O sadece kötücül ağlarına av arayan bir avcıdır, rastgele avlıyordur ve biz de bu ağa düştük. Özel olmadığınızı anlamak sizi üzmeyecek, aksine, çünkü KÖTÜNÜN SİZİNLE HİÇBİR ALIP VEREMEDİĞİ YOK, O SADECE KÖTÜLÜK YAPMAK İSTİYOR.) (Yani üzülmeyin sizlik bir durum yok.) (Kötülük derken biriyle sevişmek istemeyi kast etmiyorum, bu elbette tek başına kötü değil, ancak bir kişiye kendini cinsel- duygusal- akademik vb vb anlamlarda kötü hissettirmek için kullanılan bir araçsa kötüdür, tıpkı konuşmak, bakışmak ve beraber yürümek, e- posta veya Facebook mesajı yollamak gibi.)

Günler geçti, sınıf arkadaşımı uzun süre hiç düşünmedim, daha sonra onu yeniden gördüm, benimle tek kelime konuşmadı, sadece arada yüzüme bakıp sevecen bir şekilde gülümsedi. Ancak bu gülüşü bana eskisi gibi latif gelmiyordu. Bunun kötü insanların bir taktiği olduğunu anlamıştım:

Biraz iyi davran
Biraz daha iyi davran
Şişmansın de
Gönlünü al
Aptalsın de
Çok iyi davran
Sevgilisini çal
Özür dile
Annesine söv
Yok ya?



















(Kötülere ikinci bir şans vermemek konusunda Beatles'ın tavsiyesi: Not A Second Time)

Bu bir mucizeydi sevgili okurlar. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum artık. Bütün ilgim, alakam, onun yüzünden yaptığım bir dolu öz eleştiri, birden, bıçak gibi kesilmişti.

Sadece ona karşı değil, bana kötü davrananlar ordusuna karşı da artık bir şey hissetmiyordum. Bana neden bunca kötü davranmışlardı? Belki de onlar sadece kötü insanlardı. Yani kötü demek de istemiyorum ama muhtemelen bir şey peşindeydiler, kendilerine olan saygılarının peşindeydiler. Ben ne kadar düşkünsem onlar da o kadar düşkünlerdi ama ben bunu Çekoslovakya gibi korkakça gösteriyordum, onlarsa ABD gibi hunharca. Bir madalyonun iki yüzüydük bu kötülerle biz, sevgili okur: mutsuzluk madalyonunun.

Ancak sevgili okur, mutsuz doğmadınız, mutsuzluk, küçük yaştan itibaren edindiğiniz bir alışkanlıktan başka bir şey değil.  Onu terk etmek aslında kolay, hepimiz çabalıyoruz, mutlu olmaya, kendimizi sevmeye. Mutsuzlukla savaş, içimizden gelen üzgün, intihara meyilli çığlıkları yatıştırmaktır, zihnimizdeki acımasız yargıların yaptığı sonsuz işkencelere bir yerde dur demektir. Peki, içimizdeki üzgün sesleri susturmaya çalışırken, bir de dışarı çıkıp “Yok mu beni mutsuz edecek bir babayiğit?”diye bağırmanın faydası var? Ve sen kadın okurcuğum, sen, feminist olmak isteyen, feminizmin mutluluğa giden bir yol olduğunu asla unutmamalısın. Mutluluğa giden yol da elbette kötülerin yatağından, onların sıcaklığından, onların dostluğundan geçmiyor. İyilerle takılınız, saygı gördüğünüz, dengeli ilişkiler yaşamaya gayret ediniz çünkü HATERS GONNA HATE canım.

Sizi acımasızca yargılayan insanlara karşı özel rep dansı eşliğinde aşağıdaki şarkıyı söyleyiniz: