(Aynı zamanda şerefsiz,
namussuz ve reziller.)
Başlığa bakıp dalga
geçtiğimi sandıysanız yanıldınız canımın içi okurlarım. Burada sizi üzenlerin,
ahınızı alanların foyasını meydana çıkarmaya geldik. Şimdi, elbette siz de bir
melek değilsiniz ve elbette herkes de sizi sevecek diye bir şey yok ama bazı
insanların, daha doğrusu sevgisini kazanmak, onayını almak istediğiniz spesifik
bir grup insanın size sistematik olarak kötü davranmasını
anlamlandıramıyorsanız eğer, doğru yere geldiniz demektir.
Bu kötü davranışlar genelde “objektivize
edilir” (ne demekse). Yani karşınızdaki size der ki “Ben senin gibi insanlardan
nefret ederim çünkü siz şöyle şöylesiniz.” İnternet trollerinde çokça
karşılaştığımız, genelde kadınları hedef alan yaralayıcı söylemleri aklınıza
getirin. Mesela karşınızdaki trol şişman ve çirkin kadınlardan nefret
ediyordur. Dünyadaki bütün kadınların güzel olması gerektiğine inanıyordur. Kafasındaki
bu ideal düzeni bozduğunuz içinse size kötü davranma hakkını kendinde bulur. Veya fikirlerini biraz ısrarla ve yüksek sesle dile getiren kadınların
seks hayatında tatmin olmadığına inanıyordur. Tartışma sırasında ona göre fazla ses çıkardıysanız
hemen size de histerik ve firijit demiştir. Veya ortaokuldasınız, şişman ve
gözlüklüsünüz. Sınıfta bir kız var ve sürekli sizinle dalga geçiyor. Nedenini sorduğunuzda
size diyor ki: “İnekleri hiç sevmiyorum, sen de ineksin, git öl.” (Ha, tamam o
zaman, haklıymışsın cicim.)
Bu sözde mantık
temeline oturtulmuş nefretin ne kadar anlamsız olduğunu anlamayacak kadar
deneyimsiz bir kimseyseniz eninde sonunda suçu kendinizde ararsınız. Kötü
niyetli eleştirileri çok ciddiye alır, bunlara üzülür, eleştiriyi yapan kişiye
kendinizi affettirmeye, onun sevgisini, dostluğunu kazanmaya çalışırsınız. Siz
bunun için çabaladıkça onlar elbette “ah canım, tamam, gel de seninle arkadaş
olalım” demeyeceklerdir, aksine bu “zaafınızı” anlayacak ve daha çok üzerinize
gelecekler. Oysaki burada yapmanız gereken Rebecca Black misali “HATERS GONNA
HATE!” deyip geçmekti. (Türkçesi: Beni çekemeyen anten taksın).
Ben de zamanında
“haters gonna hate” deyip geçmeliydim, ama sevilmeye, takdir edilmeye o kadar
açtım ki, geçememiştim. Zira bir şeyi bilmekle bilgiyi içselleştirmek ayrı
şeyler siz de takdir edersiniz. Şu yaşıma kadar objektif görünen nedenlerin,
mantıklı görünen açıklamaların arkasına saklanmış gizli yıkıcı eleştirilere, zehirli
saldırılara kalbimi bir yelkenli gibi açmış, geceler boyunca beni sevmeyenler
ve hiçbir zaman sevemeyecekler uğruna ağlamıştım. Ben de sahipsiz bir kız
olmadığım için, annem babam elbette “Kızım boş ver kendi kaybeder ay o
sümüklünün dediğini ciddiye mi aldın?” demişlerdi, hem de kaç kez aynı şeyi
söylemişlerdi, ama ben henüz bazı bilgileri içselleştiremediğim için
zannediyordum ki o sümüklü objektif olarak ve son derece haklı, annemler de
benim ne kadar haksız olduğumu biliyorlar da ben üzülmeyeyim diye öyle
diyorlar.
25 yaşında, yabancı bir
ülkede yüksek lisans öğrencisiyken başıma öyle bir şey geldi ki sonunda bu
kötülüklerin benim kişiliğimle veya yaptıklarımla ilgisi olmadığını
anlayabildim. İşin aslı, kötülüğü yapan kişi, bunu grotesk veya karikatüral bir
duruma asla sokmamalıdır. Kötülüğünün görünürdeki açıklaması inandırıcı
olmalıdır, bizi kendimizde bir kusur olduğuna inandırmalıdır, gerçi biz zaten
buna inanmaya dünden meyilliyiz, ama sebepsiz kötülük, gerçekten sebepsiz
göründüğünde, orda bir dururuz ve ihtiyacımız olan aydınlanma gerçekleşir. Bu
bağlamda bu sene bana sebepsiz yere kötü davranan ve beceriksizliği sebebiyle bunda
ölçüyü tam ayarlayamayan kişiye bir teşekkürü borç bilirim.
Bu senenin başında
birinden hoşlanıyordum. Elbette bunu bastırmaya çalışıyordum çünkü sevgilim
vardı. Derken çocuk bunu anladı ve yalnız kaldığımız bir anda benim ne kadar
“socially awkward”, ne kadar tuhaf bir insan olduğumdan, kimsenin benimle
arkadaş olmayacağından bahsetmeye başladı. Ben bu duruma isyan edince çocuk
bana sarıldı ve beni odasına davet etti. Verdiğim sözsüz ve karışık mesajlar
muhtemelen kafamın karışıklığından kaynaklanmıştı, bunun için çok üzgündüm elbette,
ama sevgilimi seviyordum ve onu aldatmayı düşünmüyordum. O günden sonra çocuk
bir daha benimle konuşmadı. Ezkaza konuştuysa ya bana gitar çalamadığımı
söyledi, ya tuhaf bir insan olduğumu veya ben bir şey söylerken lafımın
ortasında kafasını çeviriyordu. Onun yanındayken kendimi bir böcek gibi küçük
ve savunmasız hissediyordum. Onun beğeneceği tarzda bir insan olmadığımı
düşünerek hayıflanıyordum. Ona hep kibar, hep iyi davranmıştım, onu reddederken
bile sebeplerini uzun uzun açıklamıştım, üstelik kendisinden hoşlandığımı,
niyetimin onu üzmek, ezmek, yanıltmak, aldatmak olmadığını anlamış olması
lazımdı, öyleyse suçum neydi de kendimi böyle kötü hissediyordum? Bu işkenceli
durum (sevgilime olan bağlılığım ve devam eden ilişkimiz de göz önüne
alındığında çoğu zaman önemsememeyi başarsam da) 3-4 ay sürdü diyebilirim.
Grotesk olarak
tanımladığım olaya gelirsek. Sınav haftasıydı. Yüksek lisans sınıfımızda
rekabet had safhadaydı. Çok stresli ve yorgundum. En önemli dersin sınavı
berbat geçmişti. Bu sınavın çıkışında sınıftan birkaç kişi beraber içmeye
gittik, bu çocuk da vardı. Yine insanların ortasında benimle alay etti, yine
söylediklerim karşısında alaycı alaycı gözlerini devirdi. Gece sonunda aynı
yöne gittiğimiz için mecburen beraber yürümeye başladık. Bana sınavımı sordu,
ben de ne yazdıysam söyledim. Çocuk kahkahalarla gülmeye başladı. “İnşallah
benim kâğıdımı seninkinden sonra okur, seviyeyi iyice düşürmüşsün, söyle
bakayım söyle, başlığını tekrar söyle, sen bu yüksek lisansı kendi isteğinle
seçtiğine emin misin?” minvalinden laflar. Zaten kendimi 25 milletten insanın
arasındaki rekabette Erasmus öğrencisi gibi aptal ve kayıtsız hissediyordum,
dedim ki “lütfen bu bahsi kapatalım.” O zaman da susuyordu, benimle konuşacak
başka konusu yoktu sanki. “Sen ne yazdın?” dediğimde cevap vermiyordu. Şaka da
yapmıyordu hani çünkü veda ederken yüzünde yine o iğrenç, küçümseyici gülümseme
vardı.
Eve gelince o kadar çok
ağladım ki göz pınarlarımda yaş kalmadı. Neden öylesine bir lafı bu kadar
önemsediğimi ben de bilmiyordum. Sanırım esas sebep sınavlardan dolayı zaten
stresli ve yorgun olmamdı. Üstelik, sanki, benimle dalga geçen sadece sınıf arkadaşım
değil, onun şahsında toplanmış bütün kötü karakterlerdi. “Asla bu gece barda
içki dağıtan güzel garson kız gibi dövmeli ve büyük memeli olamadın.” Diyordu
bana bu ses. “Ama baksana iddia ettiğin gibi akıllı da olamıyorsun. Tek
bildiğin şey boş boş duygularından konuşmak, ha bir de burçlardan.”
Yine de sınıf
arkadaşıma bir Facebook mesajı attım. Bu yaptığın beni çok üzdü, neden böyle
şeyler dedin, insanlara böyle şeyler denmeyeceğini bilmiyor musun, belki de iyi
not alacağım nerden biliyorsun, yazdım. Ve şimdi size aydınlanmama sebep olan
şeyi söylüyorum:
CEVAP VERMEDİ.
Bana biri böyle bir
mesaj atsa ben cevap veririm abi. En iyi ihtimalle derim ki “yuh amma ciddiye
almışsın kızım ben sana şaka yaptım.” Sen de böyle bir mesaja cevap verirsin
okur. Buna cevap vermemek, kabalığın, kötülüğün grotesk halidir. Yalansa yalan
de.
Ertesi gün arkadaşım
Elsa’ya olayı anlattım. Dedi ki: “Oha, öküze bak.” “Bu arada
Yaşlananöğrencicim, o çocuğun kadınlarla ilgili sorunları var. Bana da çok kaba
davranıyor. Sanki erkeklere daha çok saygı duyuyor gibi. Ayrıca çok bencil ve
duygusuz biri olduğu kanısındayım. Benden duymuş olma ama Julien da bunda
hemfikir.” (Sonra Julien bana çocuğun etrafındaki bütün kadınlarla yatmak
istediğini, neredeyse herkesle şansını denediğini söyledi, özel olmadığımı,
yani çocuğun benden özel olarak hoşlanmadığını anlamak da aydınlanma sürecimde
çok yardımcı oldu diyebilirim, çünkü sevgili okur, içten içe kötü bize özel
olarak ilgi göstersin isteriz, oysa bize kötü davranan kişinin aslında bizimle
kişisel hiçbir sorunu yoktur, bizden özel olarak nefret etmediği gibi bizden
özel olarak hoşlanmıyordur da… O sadece kötücül ağlarına av arayan bir avcıdır,
rastgele avlıyordur ve biz de bu ağa düştük. Özel olmadığınızı anlamak sizi
üzmeyecek, aksine, çünkü KÖTÜNÜN SİZİNLE HİÇBİR ALIP VEREMEDİĞİ YOK, O SADECE
KÖTÜLÜK YAPMAK İSTİYOR.) (Yani üzülmeyin sizlik bir durum yok.) (Kötülük derken
biriyle sevişmek istemeyi kast etmiyorum, bu elbette tek başına kötü değil,
ancak bir kişiye kendini cinsel- duygusal- akademik vb vb anlamlarda kötü
hissettirmek için kullanılan bir araçsa kötüdür, tıpkı konuşmak, bakışmak ve
beraber yürümek, e- posta veya Facebook mesajı yollamak gibi.)
Günler geçti, sınıf
arkadaşımı uzun süre hiç düşünmedim, daha sonra onu yeniden gördüm, benimle tek
kelime konuşmadı, sadece arada yüzüme bakıp sevecen bir şekilde gülümsedi.
Ancak bu gülüşü bana eskisi gibi latif gelmiyordu. Bunun kötü insanların bir
taktiği olduğunu anlamıştım:
Biraz iyi davran
Biraz daha iyi davran
Şişmansın de
Gönlünü al
Aptalsın de
Çok iyi davran
Sevgilisini çal
Özür dile
Annesine söv
Yok ya?
(Kötülere ikinci bir şans vermemek konusunda Beatles'ın tavsiyesi: Not A Second Time)
Bu bir mucizeydi sevgili okurlar. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum artık. Bütün ilgim, alakam, onun yüzünden yaptığım bir dolu öz eleştiri, birden, bıçak gibi kesilmişti.
Sadece ona karşı değil,
bana kötü davrananlar ordusuna karşı da artık bir şey hissetmiyordum. Bana
neden bunca kötü davranmışlardı? Belki de onlar sadece kötü insanlardı. Yani
kötü demek de istemiyorum ama muhtemelen bir şey peşindeydiler, kendilerine
olan saygılarının peşindeydiler. Ben ne kadar düşkünsem onlar da o kadar düşkünlerdi
ama ben bunu Çekoslovakya gibi korkakça gösteriyordum, onlarsa ABD gibi
hunharca. Bir madalyonun iki yüzüydük bu kötülerle biz, sevgili okur: mutsuzluk
madalyonunun.
Sizi acımasızca yargılayan insanlara karşı özel rep dansı eşliğinde aşağıdaki şarkıyı söyleyiniz: