Yazı yazmayı onca seven ben, konu dilekçe veya tez yazmaya
gelince psikolojik bir çöküş yaşıyorum her zaman. Karşı tarafın dilekçesini
okurken içim içimi yiyor, hele de davayı benimsemişsem! İstediğim, savunduğum
bir konuda tez yazıyorsam işin argümantatif kısımlarına gelince kafam
karışıyor, fikirler, savlar flu bir duman içinde kaybolup gidiyor, sanki beynim
panik atak geçiriyor. Tartışmak istemiyorum.
Kendimi anlatmayı ancak beni seven, yumuşak bakan, kucak
dolusu sevgiyle sarmalayan bir çift gözün karşısında yapabiliyorum. İspat
zorunluluğu, not verilmek, belli sayıda sayfada fikrimi ve kendimi ispatlamak,
bunlar beni çok endişelendiriyor. Dostların yanında birbirimizi doğrulayarak
kendimi anlatmak varken birtakım şekil kurallarına tabi bir şekilde okuyanın
kafasına bir takım fikirleri sokmak? Aman kalsın.
Savunmadığım fikirler için iş daha basit çünkü o zaman yazdığım
metinde benden eser yok, sadece teknik bir çalışma yürütmüş oluyorum, konu beni
ne kadar heyecanlandırmazsa, müvekkile ve yazacağım şeye ne kadar inanmazsam o
kadar iyi. O zaman rahatım. İçerik olarak hiç katılmadığım, ama hukuki olarak
sağlam ve biçim olarak düzgün metinleri kolayca yazabiliyorum. Ama ne zaman ki
benim için anlam ifade eden bir konuda yazı yazmam gerekiyor, o zaman karnıma
ağrılar giriyor, huzursuz bağırsak sendromum başlıyor, tuvaletten çıkamaz hale
geliyorum.
Çok güzel bir yazı yazmak istiyorum, çok derli toplu, çok
keskin, çok haklı. Çünkü haklı olduğumu bilmek bana büyük bir heyecan veriyor.
Ama karşımdaki kişi kötü niyetli olacakmış, hemen beni susturacakmış gibi
geliyor. O yüzden hızlı hızlı anlatıyorum, iknaya çabalıyorum, ama keşke böyle
bir durum hiç başıma gelmeseydi demekten de kendimi alamıyorum.
Tez yazmak değil şarkı yazmak istiyorum, kendimi ispat etmek
değil sevdirmek istiyorum, ikna etmek değil tatlı tatlı sohbet etmek istiyorum,
fikirlerimin gücüyle değil, varoluş şeklimle ve uslubumla büyülemeyi
arzuluyorum.
Yaşamda severek, sarılarak, öpüşerek duygularını sezdirmek, kucaklamak,
çocuklarla oynamak, uzlaşmak fikirleri hoşuma gidiyor, çatışmak, kesin
yargılara varmak, ispatlamak, fikirleri sıraya sokmak ise tamam bir yere kadar
zevkli, ama tam olarak bana göre değil, bu yüzden dilekçe yazmak yerine amaçsız
yazılar, kurgusal metinler yazmak daha çok hoşuma giderdi.
Yazıyı sadece yazı için yazmak istiyorum, yazı bir şeyin
aracı bile olacak olsa, gönüller arası köprülerin, tatlı belleğin, hazzın aracı
olsun istiyorum, oysaki dilekçelerin dünyasında tenselliğe, duygusallığa ve mizaha yer yok, bunların olmadığı bir zekayı
küçümsemiyorum, aksine seviyorum, ondan sıkılmıyorum ama dediğim gibi bu alana
her girdiğimde korkuyorum, kendime güvenemiyorum, mutsuz ve gergin oluyorum
zaman zaman.
Rekabetsiz, sahne gibi bir dünya düşlüyorum, yarış kulvarı
gibi değil ama tiyatro sahnesi gibi.
Bu yüzden avukatlık değil sanat yapmak isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder