Erkek arkadaşım okumam için Micheal Ende’nin Momo
adlı çocuk kitabını verdi bu yaz bana. Kitap, hayatı meditatif bir ruh halinde
yaşayan küçük bir kızın ve genel olarak bir kasabanın yaşamının, birdenbire duman adamların gelişiyle alt üst olmasını anlatıyordu. Duman adamlar, gri takım elbise giyiyor, her daim sigara içiyorlardı ve kasaba halkını "zaman tasarrufu" yapmaya ikna etmekle görevliydiler. Ancak Momo bu zaman tasarrufunun aslında zaman hırsızlığı olduğunu anlayacak ve kasabayı kurtarmaya girişecekti. Kitap adeta bizi anlatıyordu, beraber olduğumuzda
onun varlığını hissediyordum, meditatif bir ruh haline bürünüyordum. Nefesimi
fark etmeden karnımdan alıyordum. Günlük sorunlarımın ötesinde, güzel bir yaşamın
hissi doğuyordu içime. Ama en büyük düşman çalışma yaşamı ve stres ve sürekli
bir şeyleri kaçırıyor olma hissi her şeyi bozuyordu. Tıpkı zihinden yer çalan
arsız duman adamlar gibi…
Meditatif ruh hali nedir? Meditatif ruh hali genel
olarak geçmişi, geleceği düşünmediğimiz, genelde kafa yorduğumuz şeylerin bize
anlamsız geldiği, zamanın akışını adeta hissettiğimiz ve küçük Momo gibi saat
çiçeklerinin açıp soluşunu izlerken “İnsanların zamanının bu kadar değerli olduğunu
bilmiyordum!” diye haykırdığımız zamanlardır. Proust’un madlen yemesi gibi bu
hissi takip ederiz, yakalamaya çalışırız. Bazen his bizden bir orgazm anındaki
gibi kaçar, çünkü o nazlı ve geçicidir. Bazen de bir orgazm gibi aniden ve
beklenmedik anda gelir, orda kalır, her şeyi unuturuz ve şunu sorarız
kendimize:
Bu kadar kolay mıydı?
Ve düşünürüz, hayatta böyle şeyler de varsa ben
neden mutsuzum?
Büyük bir tatmin ve huzurla ve elbette bu küçük
meditatif anın tatlı anısıyla günümüzün geri kalanı geçer gider.
Bunu şöyle açıklayayım. Geçen gün bir meditasyon
kursuna gittim. Meditasyon nasıl yapılır bilmediğimden hocanın dediklerini
yaptım ve bekledim. Birden ellerim içten içe yanmaya başladı. Ellerimi hissediyordum
ama nasıl desem, ellerimin içini hissediyordum. Hoca daha sonra eğer ellerim
bir daha böyle yanarsa onları ağrıyan bir yerime koymamı öğütledi.
Yine başka bir zaman bir tane konsere gitmiştim.
Foltz diye bir adam klarnet çalıyordu ve de yanında bir başkası darbuka
çalıyordu. Bu ikisi öyle uyumlu bir melodi yakalamıştı ki ilk defa herhangi bir
müzik sayesinde nefesim kesildi. Melodideki inişler, aksak ritimler bende
kaydıraktan düşüyor etkisi yaratıyor, çıkışlar zirveye çıkmanın sabırsız
tedirginliğini tetikliyor, bunların birleşimi ise adeta fiziksel bir zevk
veriyordu.
Yukarda değindiğim gibi, birçok kişinin de deneyimlerine
dayanarak söylediği üzere, hem içsel aydınlanmada, hem bir müzik eserini meditatif
dinlemede, hem de insan orgazmında basit bir kural var: birincisi, aynı şeyleri
yaparak onlara ulaşabilirsin. Yani meditasyonda da, bir müzik eserini zevk
alarak hakkıyla dinlemede de, mastürbasyon yahut cinsel münasebet sırasında
orgazma ulaşmada da bazı öğrenilmiş küçük davranışlar vardır ki bizi o istenen
ruh haline taşıyabilirler. (Diyaframdan nefes almak, müziğe yoğunlaşmak, bazı
dokunuşlar vb…) Ama bu davranışların hiçbiri yüzde yüz istenilen sonucu vaat
etmez. Ve hemen hemen her zaman, istenilen sonuca varma beklenmedik bir şekilde
ve aniden gerçekleşir ve şaşkınlıkla gözlerimizi yaşartır.
Bu bağlamda son yaşadığım “aniden gelen yaşama sevinci”
meditatif deneyiminden bahsetmeme izin verin. Şu aralar fiziksel olarak kendimi
çok kötü hissediyorum bu da ruhsal sağlığımı elbette olumsuz yönde etkiliyor.
Genel olarak sürekli yakınan, başkalarından kendine dönük bir şekilde sevgi ve
ilgi bekleyen bir insanımdır ama bu kötü özeliklerim şu günlerde özellikle
baskınlaşmıştı. Bu yüzden dedim ki önce fiziksel olarak kendimi iyi hissetmem
gerekiyor. Bu yüzden de Tibet Egzersizleri diye bir şeye başladım. Bir gün egzersizleri
tamamlamış, AB Parlamentosuna okulca yapacağımız ziyaretten önce biraz gitar
çalayım demiştim. Birden kulaklarım uğuldamaya başladı, gitarı bıraktım. Arkama
yaslandım, bağdaş kurma ihtiyacı duydum. Ve de aniden gelen o yaşama sevinciyle
odamın beyaz duvarlarına vuran gün ışığının, dünyanın arkaplan seslerinin, şakıyan
kuşların, zamanın geçiş sesinin, odadaki geçmişimin, geleceğimin, bütün
çağrışım ve kokuların, Madlen peşindeki yolculuklar misali, hepsinin farkına
vardım. Bu, eskiden başıma çok sık gelen bir şeydi. 15- 16- 17 yaşında dahi
neredeyse her istediğim an aniden gelen yaşama sevincini, zamanın akışını
duyumsayabilmekteydim. Ama son yıllarda ve herhalde yaşlandığımdan, kafamda iki
şey kalmıştı: geçmiş ve gelecek.
Geçmiş yani geçen yılların bilançosu, şimdi hiçbir
anlamı olmayan acılar, üzüntüler, aşklar, çabalar. Rüyalarımda yaşlanma korkusu
görüyordum, başarısızdım, başaramamıştım, o büyük şeyi olamamıştım. Gelecek,
yani yapılması gereken şeyler ve sonsuz sıkılmak, sonsuz zevksizlik, seçme
zorunlulukları, yaşamıma verilen notlar.
Aniden gelen yaşama sevinci böyle bir paradigmayla
ne kadar mutsuz olduğumu anlattı bana. Neden her şey bu kadar basitken hiçbir şeyin
anlamı sandığım gibi değilken anlam dünyam böyle bozulmuş ve çarpıktı? Kime ne
ispatlayacaktım?
Eminim sevgili okuyucu, sizin de böyle meditatif aydınlanmalar
yaşadığınız anlar olmuştur. Tek tavsiyem, o anların size anlattıklarına kulak
verin.