17 Ocak 2014 Cuma

Aniden gelen yaşama sevinci- yaşamımızdaki ender aydınlanma anları

Erkek arkadaşım okumam için Micheal Ende’nin Momo adlı çocuk kitabını verdi bu yaz bana. Kitap, hayatı meditatif bir ruh halinde yaşayan küçük bir kızın ve genel olarak bir kasabanın yaşamının, birdenbire duman adamların gelişiyle alt üst olmasını anlatıyordu. Duman adamlar, gri takım elbise giyiyor, her daim sigara içiyorlardı ve kasaba halkını "zaman tasarrufu" yapmaya ikna etmekle görevliydiler. Ancak Momo bu zaman tasarrufunun aslında zaman hırsızlığı olduğunu anlayacak ve kasabayı kurtarmaya girişecekti. Kitap adeta bizi anlatıyordu, beraber olduğumuzda onun varlığını hissediyordum, meditatif bir ruh haline bürünüyordum. Nefesimi fark etmeden karnımdan alıyordum. Günlük sorunlarımın ötesinde, güzel bir yaşamın hissi doğuyordu içime. Ama en büyük düşman çalışma yaşamı ve stres ve sürekli bir şeyleri kaçırıyor olma hissi her şeyi bozuyordu. Tıpkı zihinden yer çalan arsız duman adamlar gibi…

Meditatif ruh hali nedir? Meditatif ruh hali genel olarak geçmişi, geleceği düşünmediğimiz, genelde kafa yorduğumuz şeylerin bize anlamsız geldiği, zamanın akışını adeta hissettiğimiz ve küçük Momo gibi saat çiçeklerinin açıp soluşunu izlerken “İnsanların zamanının bu kadar değerli olduğunu bilmiyordum!” diye haykırdığımız zamanlardır. Proust’un madlen yemesi gibi bu hissi takip ederiz, yakalamaya çalışırız. Bazen his bizden bir orgazm anındaki gibi kaçar, çünkü o nazlı ve geçicidir. Bazen de bir orgazm gibi aniden ve beklenmedik anda gelir, orda kalır, her şeyi unuturuz ve şunu sorarız kendimize:

Bu kadar kolay mıydı?

Ve düşünürüz, hayatta böyle şeyler de varsa ben neden mutsuzum?

Büyük bir tatmin ve huzurla ve elbette bu küçük meditatif anın tatlı anısıyla günümüzün geri kalanı geçer gider.

Bunu şöyle açıklayayım. Geçen gün bir meditasyon kursuna gittim. Meditasyon nasıl yapılır bilmediğimden hocanın dediklerini yaptım ve bekledim. Birden ellerim içten içe yanmaya başladı. Ellerimi hissediyordum ama nasıl desem, ellerimin içini hissediyordum. Hoca daha sonra eğer ellerim bir daha böyle yanarsa onları ağrıyan bir yerime koymamı öğütledi.

Yine başka bir zaman bir tane konsere gitmiştim. Foltz diye bir adam klarnet çalıyordu ve de yanında bir başkası darbuka çalıyordu. Bu ikisi öyle uyumlu bir melodi yakalamıştı ki ilk defa herhangi bir müzik sayesinde nefesim kesildi. Melodideki inişler, aksak ritimler bende kaydıraktan düşüyor etkisi yaratıyor, çıkışlar zirveye çıkmanın sabırsız tedirginliğini tetikliyor, bunların birleşimi ise adeta fiziksel bir zevk veriyordu.

Yukarda değindiğim gibi, birçok kişinin de deneyimlerine dayanarak söylediği üzere, hem içsel aydınlanmada, hem bir müzik eserini meditatif dinlemede, hem de insan orgazmında basit bir kural var: birincisi, aynı şeyleri yaparak onlara ulaşabilirsin. Yani meditasyonda da, bir müzik eserini zevk alarak hakkıyla dinlemede de, mastürbasyon yahut cinsel münasebet sırasında orgazma ulaşmada da bazı öğrenilmiş küçük davranışlar vardır ki bizi o istenen ruh haline taşıyabilirler. (Diyaframdan nefes almak, müziğe yoğunlaşmak, bazı dokunuşlar vb…) Ama bu davranışların hiçbiri yüzde yüz istenilen sonucu vaat etmez. Ve hemen hemen her zaman, istenilen sonuca varma beklenmedik bir şekilde ve aniden gerçekleşir ve şaşkınlıkla gözlerimizi yaşartır.

Bu bağlamda son yaşadığım “aniden gelen yaşama sevinci” meditatif deneyiminden bahsetmeme izin verin. Şu aralar fiziksel olarak kendimi çok kötü hissediyorum bu da ruhsal sağlığımı elbette olumsuz yönde etkiliyor. Genel olarak sürekli yakınan, başkalarından kendine dönük bir şekilde sevgi ve ilgi bekleyen bir insanımdır ama bu kötü özeliklerim şu günlerde özellikle baskınlaşmıştı. Bu yüzden dedim ki önce fiziksel olarak kendimi iyi hissetmem gerekiyor. Bu yüzden de Tibet Egzersizleri diye bir şeye başladım. Bir gün egzersizleri tamamlamış, AB Parlamentosuna okulca yapacağımız ziyaretten önce biraz gitar çalayım demiştim. Birden kulaklarım uğuldamaya başladı, gitarı bıraktım. Arkama yaslandım, bağdaş kurma ihtiyacı duydum. Ve de aniden gelen o yaşama sevinciyle odamın beyaz duvarlarına vuran gün ışığının, dünyanın arkaplan seslerinin, şakıyan kuşların, zamanın geçiş sesinin, odadaki geçmişimin, geleceğimin, bütün çağrışım ve kokuların, Madlen peşindeki yolculuklar misali, hepsinin farkına vardım. Bu, eskiden başıma çok sık gelen bir şeydi. 15- 16- 17 yaşında dahi neredeyse her istediğim an aniden gelen yaşama sevincini, zamanın akışını duyumsayabilmekteydim. Ama son yıllarda ve herhalde yaşlandığımdan, kafamda iki şey kalmıştı: geçmiş ve gelecek.

Geçmiş yani geçen yılların bilançosu, şimdi hiçbir anlamı olmayan acılar, üzüntüler, aşklar, çabalar. Rüyalarımda yaşlanma korkusu görüyordum, başarısızdım, başaramamıştım, o büyük şeyi olamamıştım. Gelecek, yani yapılması gereken şeyler ve sonsuz sıkılmak, sonsuz zevksizlik, seçme zorunlulukları, yaşamıma verilen notlar.

Aniden gelen yaşama sevinci böyle bir paradigmayla ne kadar mutsuz olduğumu anlattı bana. Neden her şey bu kadar basitken hiçbir şeyin anlamı sandığım gibi değilken anlam dünyam böyle bozulmuş ve çarpıktı? Kime ne ispatlayacaktım?

Eminim sevgili okuyucu, sizin de böyle meditatif aydınlanmalar yaşadığınız anlar olmuştur. Tek tavsiyem, o anların size anlattıklarına kulak verin.

1 yorum:

  1. Harika bir anlatım yeteneğin var, bu kadar gizemli bir şeyi böylesine anlatabilmek... Çok etkileyici... Tavsiyem şudur; yakaladığın anda olmak dışındaki her anını da sonsuz kabulleniş içerisinde yaşaman, bu her ne ise ; derin öfke veya hüzün... Yaşa bunu, derin bir şekilde hem de izin ver, yaşamın bu tarafını yargılama o zaman denge gelir:)

    Yuksel Sendan

    YanıtlaSil